Alaca karanlık, yelkenimin akı yansımış dalgalara. Bulutlar geçit verir mi bilmem gökadadaki gelinin ve onun milyonlarca nedimesinin pırıltısına. Hafif poyraz umut vadediyor ama, belli de olmaz azgın bir Lodos’a yakalanmamız an meslesidir. Ara ara gösterse de yüzünü gökyüzündeki tül perdenin ardından yinde de doyamadım gül yüzünü görmeğe. Ne olurdu bu gece akisin çarpsa yine dalgaların üzerine, seyretsem o mistik göbek dansını bu atlas çarşafın yüzünde. Heyhat, kader bu ya. Sen ve nedimelerin görünmedi belki hala ufukta, ama unutma senin kalıntıların faz ettiğim minik yaratıklar raks ediyor şu an teknemin etrafında. Böyle düşledim hep. Sen olmasan da yakamozlar senin yokluğunda avuntum oldu. Onların, senin bir parçan olduğu mitine inandım, inanmaya da devam ediyorum.
Şişemde şarabım, parmağımda misinam. Çoktan boşvermişim çıpamın halatını. Hafif poyrazımla dost cenovam, yoldaş olmuşlarda alargaya çıkarız usul usul. Ninni gibi gelmiş açıkların hışırtısı, ne de güzel sızmışım dalgaların salladığı tek kanatlı beşiğimde. Gözlerim kapalı, dimağım sarhoş. Hülyalara salmışım varlığımı.
Denizin haylaz çocuklarıdır dalgalar, bir oradalar bir burada. Hiç durmaz mı yerinde bu gavurlar. Varsın durmasınlar, oynaşsınlar etrafımda, neşe içinde söylesinler şarkılarını hepbir ağızdan ne çıkar. Onlar ki benim yarenimdir bu yalın yolculuğumda. Ben sana hasret, sen saklanmaya devam et ey gelin tül perdelerin ardında.
Gelir yalar bu haylazlardan birisi yanağımı, açarım gözlerimi. Bir de ne göreyim. Poyraz bana küsmüş, cenovam bayılmış. Bana ne.. Çünkü sen geldin. Sonunda açtın perdeyi gösterdin yüzünü. Varsın yelkenim suya insin. Ben sana kavuştum ya daha neyleyim.